MEDENİ HUKUK
Eğer ölen kişinin anne babası varsa miras ölen kişinin kardeşlerine geçemez.
§ KİŞİLİĞİN SONA ERMESİ
Kişilik, 2 şekilde sona erer. Bunlar ölümle sona erme ve gaiplikle sona ermedir.
I. Ölüm İle Kişiliğin Sona Ermesi
Medeni Kanunun 28. maddesinin 1. fıkrasına göre kişilik, ölüm ile sona erer. Kişinin ölmesiyle birlikte kişiliğe bağlı olan haklar sona erer diğer haklar ise mirasçılığına geçer. Ölen kişinin kişiliği sona erdiğinden dolayı yeniden hak kazanması mümkün değildir. Kişinin ölmüş olup olmadığının tespiti tıp biliminin konusu olup tıp bilimi tarafından ölümü tespit edilen kişi hukuk bilimi tarafından da ölmüş sayılmaktadır.
Medeni Kanunun 29.maddesinin 1. fıkrasına göre bir hakkın kullanılabilmesi için bir kimsenin sağ veya ölü olduğunu veya belirli zamanda ya da başka bir kimsenin ölümünde sağ bulunduğunu ileri süren kimse, iddiasını ispat etmek zorundadır. Bu hükümden de anlaşılacağı üzere bir kimsenin ölü olduğunu iddia eden kimse, bunu ispatlamakla mükelleftir. Kural olarak ölüm olayı gerçekleştiğinde nüfus sicilindeki kayıtlara ölüm kaydı düşülür. Bir kimsenin ölü olduğu bu kayıtlarla ispat edilebilir. Ancak böyle bir kayıt yoksa veya kaydın hatalı olduğu ileri sürülüyorsa Medeni Kanunun 30. Maddesinin 2. Fıkrasına göre kanunda aksine bir düzenleme yok ise bu durum, her türlü delil ile ispatlanabilir. Medeni Kanunda ölümün ispatını kolaylaştırmak amacıyla 2 tane karine konulmuştur. Bunlardan birincisi ölüm karinesi, ikincisi birlikte ölüm karinesidir.
A. KARİNELER
1. Ölüm Karinesi
Medeni Kanunun 31. Maddesine göre bir kimse, ölümüne kesin gözle bakılmayı gerektiren durumlar içinde kayıp olursa cesedi bulunamamış olsa bile gerçekten ölmüş sayılır.
Bir uçak düşmüş ve uçaktan sağ kurtulan olmamıştır. Ancak kişinin cesedi de bulunamamıştır. Aynı şekilde bir kimse yüzerken boğulmuş, bunu arkadaşları görmüş ancak cesedi yine bulunamamıştır. İşte bu gibi durumlarda kişinin ölümüne kesin gözle bakılmayı gerektiren bir olay gerçekleşmiştir.
Burada kişinin öldüğünü iddia eden kimsenin sadece söz konusu olayın gerçekleştiğini ispatlaması yeterlidir. Böylece cesedi bulunamayan kişinin kütüğüne en büyük mahalli amirinin emriyle ölü kaydı düşülür. İllerde en büyük mahalli amir vali,ilçelerde en büyük mahalli amir kaymakamdır.
Ölüm kaydını düşülmesi ile ilgili kimlerin başvurabileceği 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 32. maddesinin 2. fıkrasında belirtilmiştir. Bu hükme göre başvuru hakkı, hakkında ölüm karinesine göre işlem yapılacak olan kişinin altsoyu veya üstsoyu ya da kardeşlerinden biri tarafından yapılacaktır. Bunlar yok ise mirasçılardan birinin başvurması gerekmektedir. Mirasçılar da yok ise başvuru yetkili makamlar tarafından yapılır. Çünkü mirasçısı olmayanın mirasçısı devlettir.
Kişinin cesedinin bulunamaması sebebiyle ölüm kaydının düşülebilmesi için ölümüne sebebiyet verdiği iddia edilen olayın kişinin kesin olarak ölümüne sebebiyet verecek nitelikte olması gerekmektedir. Eğer ölümüne muhtemel gözüyle bakılıyorsa bu husus gaiplikle ilgili olup bu gibi durumlarda ölüm kaydı düşülemez. Ölü kaydını düşülmesiyle birlikte kişi ölüm olayının gerçekleştiği andan itibaren ölmüş kabul edilir ve bu andan itibaren ölümün bütün hüküm ve sonuçları meydana gelir. Dolayısıyla ölen kişinin mirasçıları ölüm olayının gerçekleştiği an itibariyle tespit edilir.
Nüfus kütüğüne ölüm kaydı düşülen kişi sonradan çıkıp gelirse mahkemeye başvurarak ölüm kaydının kaldırılmasını istemesi gerekmektedir. Kişinin bunu yapmaması durumunda Nüfus Hizmetleri Kanunun 35 ve devamındaki maddeleri nüfus kaydının düzeltilmesine ilişkin hükümler uyarınca nüfus kaydının düzeltilmesi gerekir.
Ölüm kaydı düşüldükten sonra kişinin malları mirasçılarına geçmiş ve kişinin eşi başkasıyla evlenirse nolur?
Ölüm kaydı düşülmüş olması durumunda ölüm olayının gerçekleştiği andan itibaren kişi ölmüş sayılacağından malları aynen ölümde olduğu gibi kesin olarak mirasçılarına geçer ve evlilikte kendiliğinden sona erer. Kişi daha sonra çıkıp gelirse mirasçılardan mallarını Borçlar Kanunu 77 ve devamındaki sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre isteyebilir. Buna göre mirasçılar iyi niyetli ise, ellerinde kalanı; kötü niyetli ise tüm malları iade etmek zorundadır. Ölüm kaydı düşülen kişinin eşi tekrar evlenmiş ise kişinin ortaya çıkmasıyla birlikte doktrinde hakim olan fikre göre, ikinci evlilik mutlak butlanla sakat olur, kesin hükümsüz olur.
2. Birlikte Ölüm Karinesi
Birlikte ölüm karinesi, ölüm karinesine benzemekle birlikte hüküm ve sonuçları açısından birbirinden farklıdır. Ölüm karinesi, ölümüne kesin gözüyle bakılan bir olay neticesinde kaybolan ve cesedi bulunamayan kişinin nüfus kütüğüne ölüm kaydının düşülmesiyle ilgilidir. Buna karşılık, birlikte ölüm karinesi ölen kişilerin hangisinin önce hangisinin sonra öldüğünün tespit edilememesi durumunda aynı anda öldüklerinin karine olarak kabul edilmesiyle ilgilidir.
Nitekim Medeni Kanunun 29. Maddesinin 2. Fıkrasına göre birden fazla kişiden hangisinin önce veya hangisinin sonra öldüğü ispat edilemezse hepsi aynı anda ölmüş sayılır. Birlikte ölüm karinesinin en önemli sonucu bunların birbirlerinin mirasçısı olamamasıdır.
Eşlerden biri diğerinden önce veya sonra ölmüş ise sonra ölen diğerinin mirasçısı olduğu halde aynı anda öldükleri anda birbirlerinin mirasçısı olamazlar
Birlikte ölüm karinesinin aksi ispatlanabilir.
B. Cesedin Hukuki Durumu
Ölüm ile birlikte kişilik sona erdiğinden ölen kişinin kendi cesedi üzerinde kişilik hakkı yoktur. Ayrıca bu ceset, mirasçıların bir eşyası niteliğinde de değildir. Ancak kamu düzeni ve ölen kişinin menfaatlerinin korunması sebebiyle ölen kişinin yakınlarının ceset üzerinde kişilik hakları vardır. Bu cesede yapılan saldırılar, ölen kişinin yakınlarının kişilik haklarına yapılan saldırı gibi korunmuş olup Medeni Kanunun 24 ve devamı maddelerinde düzenlenmiş olan kişilik haklarının korunmasına ilişkin hükümler uyarınca korunur.
Ceset üzerinde tasarrufta bulunabilir. Ancak bu tasarruf kamu düzenine ve ahlaka aykırı olmamalıdır. Kişi sağlığında cesedi üzerinde bilimsel araştırmaların yapılmasını, organ bağışında bulunulmasını isteyebilir. Kişi yapmış olduğu bu işlemden her zaman vazgeçebilir.
Kişi sağlığında cesedi üzerinde herhangi bir tasarrufta bulunmamış ise hukuka ve ahlaka aykırı olmamak kaydıyla ölenin yakınları tasarrufta bulunabilirler. Cesedin bir kazanç karşılığında bilimsel araştırmalar yapılmak üzere verilmesi mümkün değildir. Bu durum hukuka ve ahlaka aykırı olduğu gibi Organ ve Doku Nakli Kanununun 3. maddesinde “Bir bedel veya başkaca çıkar karşılığı, organ ve doku alınması ve satılması yasaktır.” kesin olarak yasaklanmıştır.
Organ ve Doku Nakli Kanununun 14. maddesine göre ölen kişinin eşi, reşit çocukları, ana veya babası veya kardeşlerinden birisi ya da bunlar yoksa herhangi bir yakınının rızasıyla otopsi veya bilimsel bir kuruma cesedin bağışlanması yapılabilir.
II. GAİPLİK İLE KİŞİLİĞİN SONA ERMESİ
Ölüm karinesinden farklı olarak bazen kişi ölümüne kesin olarak bakılacak bir olay neticesinde değil, ölümüne muhtemel bakılacak bir olay neticesinde kaybolmuş veya kendisinden uzun bir süreden beri haber alınamamış olabilir. İşte bu gibi durumlarda kanun koyucu gaiplik müessesini ortaya koyarak özellikle kişinin mal varlığı üzerindeki haklarının askıda kalmasını önlemek istemiştir. Gaiplik durumunda kişilik, hakim kararıyla sona erdirilir. Ancak bu şartların verilebilmesi için kişinin ölüm tehlikesi içinde kaybolması veya kendinden uzun süreden beri haber alınamaması gerekir.
A. GAİPLİK İLE KİŞİLİĞİN SONA ERMESİNİN ŞARTLARI
1. Ölüm Tehlikesi İçinde Kaybolma
Ölüm tehlikesi içinde kaybolmadan kasıt kişinin içinde kaybolduğu durumun ölüm sonucunu doğurması ihtimalinin yüksek olmasıdır. Yani söz konusu olayın kişinin yaşadığından çok öldüğüne delalet etmesi gerekir. Ölüm olayının gerçekleşmesine sebebiyet verilen olayın kesin ölüm sonucunu doğurması seçeneğiyle ölümüne muhtemel bakılması seçeneğini karıştırmamak gerekir. Zira birincisinde ölüm karinesi vardır ve kişinin kütüğüne ölüm kaydı düşülür. İkincisinde ise gaiplik kararı verilmektedir.
2.Kişiden Uzun Süreden Beri Haber Alınamaması
Her uzun süre haber alınamama gaiplik kararının verilmesini gerektirmez. Haber alınamama durumunda kişinin yaşayıp yaşamadığından kuşkulu olunması gerekir.
Bir kişi çalışmak için yurtdışına gitmiştir. Aradan 10 yıl geçmesine rağmen yakınlarını aramamış, sormamıştır. Buna rağmen kişinin yaşadığı biliniyorsa gaiplik kararı verilemez.
3. Süre Şartı Ölüm tehlikesi içinde kaybolma sebebiyle gaiplik kararının alınabilmesi için ölüm tehlikesi içerisinde kaybolmadan itibaren 1 yılın geçmesi gerekir. Buna karşılık uzun süreden beri haber alınamama sebebiyle gaiplik kararının alınabilmesi içim son haber alınma tarihinden itibaren 5 yıl geçmesi gerekir.
MK 33/1 “Gaiplik kararının istenebilmesi için, ölüm tehlikesinin üzerinden en az bir yıl veya son haber tarihinin üzerinden en az beş yıl geçmiş olması gerekir.”
Bu sürelerin geçmesinden sonra Medeni Kanunun 32. maddesinin 1. fıkrasına göre hakları ölüme bağlı olan kişiler gaiplik kararının verilebilmesi için mahkemeye başvurabilirler. Hakları gaiplik kararına bağlı olan kişiler mirasçılar olabileceği gibi vasiyet alacaklıları da olabilir. Eğer kişin mirasçıları yoksa devlet mirasçı olacağı için Medeni Kanunun 588. maddesi uyarınca hazineye de gaiplik kararının alınabilmesi için başvurma yetkisi tanınmıştır. Ancak hazinenin gaiplik kararı için mahkemeye başvurabilmesi Medeni Kanunun 588. maddesinin 1. fıkrasına göre 2 şarta bağlanmıştır. Bunlardan birincisi ölü ya da sağ olduğu bilinmeyen kişinin mallarının en az 10 yıldan beri mahkemece yönetiliyor olması ya da malları mahkemece yönetilen kişinin yüz yaşını doldurmuş olmasıdır.
Gaiplik kararını vermeye yetkili olduğu mahkemenin hangisi olduğu Medeni Kanunun 32. Maddesinin 2. fıkrasında düzenlenmiştir. Buna göre yetkili mahkeme, kişinin Türkiye'deki son yerleşim yeri; eğer Türkiye'de hiç yerleşmemişse nüfus sicilinde kayıtlı olduğu yer; böyle bir kayıt da yoksa anasının veya babasının kayıtlı bulunduğu yer mahkemesidir. Bu dahi yoksa milletlerarası özel hukuk kuralları uyarınca Ankara, İstanbul veya İzmir Mahkemelerinin birinden istenilebilir.
Gaiplik talebinde bulunulması üzerine mahkeme bu istemi ilan eder: MK 33/2 “Mahkeme, gaipliğine karar verilecek kişi hakkında bilgisi bulunan kimseleri, belirli bir sürede bilgi vermeleri için usulüne göre yapılan ilânla çağırır.” Bu ilanın amacı gaip hakkında bilgi sahibi olanların başvurmasını sağlamaktır. İlan süresi, ilk ilan tarihinden itibaren en az 6 aydır (MK 33/3 ). Buradan da anlaşılacağı gibi ilk ilan denildiği için birden çok ilan yapılması gerekir. İlk ilan tarihinden itibaren en az 6 ay beklemek gerektiğine göre ölüm tehlikesi içerisinde kaybolmada 1,5 yıl; uzun süreden beri haber alınamama süresinde en az 5,5 yıl beklenmesi gerekir.
Medeni Kanunun 34. Maddesine göre “Gaipliğine karar verilecek kişi, ilân süresi dolmadan ortaya çıkar veya kendisinden haber alınırsa ya da öldüğü tarih tespit edilirse gaiplik istemi düşer.” Bu üç halden biri gerçekleşmez ise mahkeme gaipliğe karar verir. Ancak gaipliğe karar verilmeden önce bir şekilde yine yukarıda sayılan 3 halden biri gerçekleşirse mahkeme tarafından gaipliğe karar verilemez.
B. GAİPLİK KARARININ SONUÇLARI
Esasen gaipliğe karar verilecek olan kişinin sağ veya ölü olduğu kesin değildir. Nitekim bu hususu Medeni Kanunun 35.maddesinin 1.fıkrasında “aynen gaibin ölümü ispatlanmış” ibaresi kullanılarak teyit edilmiştir. Gaibin ölü olduğu tespit edilememesine rağmen gaiplik kararına bazı spesifik sonuçlar bağlanmıştır. Bu sonuçlardan birincisi mahkeme tarafından yapılan ilanın sonuçsuz kalması üzerine Medeni Kanunun 45. Maddesi uyarınca gaiplik kararı nüfus müdürlüğüne bildirilir ve ölüm kütüğüne kaydolunur. Bu karar ölüm tehlikesi içerisinde kaybolma veya son haber alınma tarihinden itibaren hüküm ve sonuç doğurmaktadır.
Gaiplik kararının ikinci sonucu ise gaipliğin mal varlığı, mirasçılarına geçer. Kimlerin mirasçı olacağı gaiplik kararına göre değil, geçmişe yönelik olarak ölüm tehlikesi içerisinde kaybolma veya son haber alınma tarihine göre tespit edilir. Gaiplik kararı alınana kadar gaibin mal varlığı mahkeme tarafından resmen yönetilir (MK 586). Bu mal varlığının yönetimi için Medeni Kanunun 427. Maddesi uyarınca bir yönetim kayyımı atanır. Gaiplik kararının verilmesinden sonra gaibin mal varlığı mirasçılarına geçer. Ancak gaibin çıkıp gelme ihtimali olduğu için mirasçılardan Medeni Kanunun 584. maddesine göre bir teminat istenir. Teminat süresi Medeni Kanunun 584. maddesinin 2. fıkrasında uyarınca ölüm tehlikesi içinde kaybolmada 5 yıl, uzun süreden beri haber alınamama durumunda ise 15 yıldır. Ancak bu süre her halükarda gaibin 100 yaşını doldurmasıyla sona erer. Bu sürelerin geçmesiyle birlikte gaibin mal varlığı kesin olarak mirasçılara geçer. Bu sürelerin geçmesinden sonra gaibin çıkıp gelmesi durumunda gaip, mirasçılardan mal varlığını Medeni Kanunun 585. Maddesi uyarınca zilyetlik kurallarına göre iade edilmesi gerekir.
Gaibin evliliğiyle kesin ölüm karinesi aksine gaiplik kararının verilmesiyle kendiliğinden ortadan kalkmaz. Diğer eşin evliliğin sona erdirebilmesi için evliliğin feshini gaiplik kararıyla birlikte veya açacağı ayrı bir dava ile istemesi gerekir (MK 131/2). Evliliğin feshi gaiplik kararı ile birlikte isteniyorsa yetkili mahkeme gaiplik kararını vermeye yetkili olan mahkemedir. Buna karşın ayrı bir dava ile evliliğin feshi isteniyorsa Medeni Kanunun 131. maddesinin 3. fıkrası uyarınca davacının yerleşim yeri mahkemesinden istenilebilir.
§ KİŞİLİK EHLİYETLERİ
I. HAK EHLİYETİ
Bir kişinin haklara ve borçlara sahip olabilme ehliyetidir. Hak ehliyeti kişiye tanınan bir hak olmayıp hak sahibi olabilmenin bir şartıdır. Medeni Kanunun 8. maddesinin 1. fıkrasına göre her insanın hak ehliyeti vardır. Bunun anlamı her insanın medeni haklara sahip olduğudur. Böylece her insan doğumdan itibaren hatta sağ doğmak kaydıyla ceninin bile hak ehliyeti bulunmaktadır. Buna göre, hak ehliyeti bakımından genellik ilkesi geçerlidir.
Medeni Kanunun 8. maddesinin 2. fıkrasına göre ise bütün insanlar hukuk düzeninin sınırları içerisinde haklara ve borçlara sahip olabilme konusunda eşittir. O halde herkese tanınan hak ehliyeti eşit olmalıdır. Irk, dil, din, cinsiyet vs. ayrımlar gözetilerek imtiyazlı hakların getirilmesi bu hükümle yasaklanmıştır. Buna hak ehliyetinde eşitlik ilkesi denmektedir. Bu ilke esasen Anayasanın 10. maddesinde düzenlenen herkesin kanun üzerinde eşit muamele görmesi gerektiği yolundaki eşitlik ilkesine dayanmaktadır. Ancak eşitlik ilkesinin özel hukukta mutlak olarak uygulanması mümkün değildir. İnsanlar arasında doğuştan meydana gelen bazı farklılıklar veya daha sonra meydana gelen bazı farklılıklar hak ehliyeti bakımından eşitlik ilkesinin mutlak olarak kullanılmasını engellemektedir. Bu sınırlamaları çeşitli kategorilere ayırmak mümkündür.
1. Yaş Sınırı:
Medeni Kanunumuzda bazı haklara ehil olma konusunda belirli yaş şartları getirilmiştir. Bunlar temsilci vasıtasıyla kullanılmayan ve kişiye sıkı sıkıya bağlı olan haklardır.
Medeni Kanunun 124. maddesine göre erkek veya kadın 17 yaşını doldurmadıkça evlenemez. Medeni Kanunun 502. maddesine göre vasiyetname yapabilmek için kişinin ayırt etme gücüne sahip olması ve 15 yaşını doldurmuş olması gerekir. Medeni Kanunun 503. maddesine göre ise miras sözleşmesi yapabilmek için ayırt etme gücüne sahip olmak, ergin olmak ve kısıtlı olmamak gerekir. Medeni Kanunun 307. maddesine göre ise evlat edinme hakkı 30 yaşını doldurmuş kişilere tanınmıştır. Medeni Kanunun 341. maddesinin 3. fıkrasına göre kişinin dinini serbestçe seçebilmesi ergin olmasına bağlanmıştır.
2. Cinsiyet Bakımından Sınırlama:
Kadın- erkek eşitliğini öngören Medeni Kanunumuz bu eşitliğe iki istisna getirmiştir. Medeni Kanunun 132. maddesinin 1. fıkrasına göre mezhep karışıklılığı yaratmama düşüncesiyle evliliğin sona ermesi halinde kadın, evliliğin sona ermesinden başlayarak 300 gün geçmedikçe evlenemez. Medeni Kanunun 286. maddesine göre soy bağının reddini dava etme hakkı sadece kocaya tanınmıştır.
3. Evlilik Bakımından Sınırlama:
Evlilik yaşı bakımından kadınla erkek arasında eşitlik söz konusudur. Ancak evlenme konusunda eşitlik ilkesinin tek istisnası evlenen kadının kocasının soyadını almak zorunda olmasıdır ( MK 187). Ancak kadın isterse kocanın soyadının önüne önceki soyadını da kullanabilir.
4. Yabancılık Unsuru Bakımından Getirilen Sınırlamalar:
Yabancı ile vatandaş arasında da hak ehliyeti bakımından bazı sınırlamalar getirilmiştir.
Taşınmaz mülkiyetin edinilmesi. Vatandaşlar taşınmaz mülkiyetinin edinilmesi durumunda herhangi bir ayrıma tabi tutulmamasına rağmen yabancıların belli bazı yerlerde taşınmaz edinmeleri yasaklanmış ve taşınmaz edinmesi de kural olarak mütekabiliyet esasına bağlanmıştır.
5. Ayırt Etme Gücü Bakımından Sınırlamalar:
Ayırt etme gücüne sahip olmayan kişiler şahsa sıkı sıkıya bağlı olan haklardan yararlanamadıkları için bu haklara sahip olamazlar.
Ayırt etme gücüne sahip olmayan kişiler evlenemez.
Ancak kanunlarda getirilen bu sınırlamalar, ayırt etme gücü olmayan kişilerin korumasına yöneliktir. Bu amaca aykırı davranılması da mümkün değildir.
6. Akıl Hastalıkları:
Akıl hastaları Medeni Kanunun 133. maddesi uyarınca ayırt etme gücüne sahip olsalar bile tıbbi açıdan evlenmelerinde sakınca var ise evlenmeleri mümkün değildir.
7. Haysiyetsiz Hayat Sürme ve Mahkumiyet:
Medeni Kanunun 418. maddesine göre haysiyetsiz hayat sürenler vasi olarak atanamazlar. Medeni Kanunun 536. maddesine göre bir cezaya mahkum olup da kamu hizmetinden yasaklı olanlar resmi vasiyetnamenin düzenlenmesinde tanıklık yapamazlar.
II. FİİL EHLİYETİ
Medeni Kanunun 9. maddesine göre kişinin kendi fiiliyle haklara ve borçlara sahip olabilme ehliyetine fiil ehliyeti denir. Fiil ehliyetini daha geniş bir şekilde tanımlamak gerekirse kişinin kendi fiiliyle borç altına girebilmesi, hak edinebilmesi, hakkı değiştirebilmesi ve ortadan kaldırabilmesi ehliyetidir. Fiil ehliyeti sadece Medeni Kanun ile ilgili değil hukukun diğer dallarıyla da ilgilidir.
Borçlar Hukuku açısından bir kimsenin sözleşme yapabilmesi için fiil ehliyetinin olması gerekir.
Daha öce gördüğümüz üzere hak ehliyeti kişinin haklara ve borçlara sahip olabilme ehliyetidir. Buna karşılık fiil ehliyeti kişinin bizzat kendi fiiliyle hak edinebilmesi ve borç altına girebilmesi ehliyetidir. Fiil ehliyetine sahip olmayan bir kimsenin temsilci vasıtasıyla hak edinebilmesi ve borç altına girebilmesi mümkündür.
Bir küçüğün velisi onun adına araç satın alabilir. Onun adına araç satın alınması onun fiil ehliyetinin olduğu anlamına gelmez.
Fiil ehliyetinde önemli olan kişinin kendi fiiliyle hak edinebilmesi ve borçlara girebilmesidir. Fiil ehliyeti esasen hukuki işlem ehliyeti ve hukuka aykırı fiillerden sorumlu tutulabilme yani haksız fiil ehliyeti olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.
Kişinin bir hukuki işlemle kendisini hak sahibi yapabilmesi ve borç altına sokabilmesi ehliyetine hukuki işlem ehliyeti denir. Hukuki işlem ehliyetini de yapılan işlemlere göre çeşitli şekillere ayırabiliriz. Yapılan hukuki işlem bir sözleşmeyse sözleşme ehliyetinden, bir tasarrufta bulunulması durumunda tasarruf ehliyetinden veya bir usul hukukuna ilişkin işlemlerin yapılması halinde dava ehliyetinden söz edilebilir. Tasarruf ehliyeti bir kişinin yapmış olduğu hukuki bir işlemin tasarrufi bir sonuç doğurabilmesinin şartıdır. Buna karşılık tasarruf yetkisi kişinin tasarruf edeceği mal ile olan ilişkisini ifade etmektedir.
Hukuka aykırı fiilden sorumlu olabilme ise esasen fiil ehliyetinin var olmasının şartlarından biri olan ayırt etme gücüne sahip olabilmeyi gerektirir. Dolayısıyla ayırt etme gücüne sahip olmayan kişilerin haksız fiil ehliyetinde de bulunmamaktadır.
A. FİİL EHLİYETİNİN ŞARTLARI
Fiil ehliyetinin şartları Medeni Kanunun 10. ve 14. maddelerinde belirtilmiştir. Medeni Kanunun 10. maddesine göre ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan her ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.14. maddeye göre ise ayırt etme gücü bulunmayanların, küçüklerin ve kısıtlıların fiil ehliyetleri yoktur. Bu iki hükümden de anlaşılacağı üzere fiil ehliyetinin iki olumlu bir de olumsuz şartı bulunmaktadır.
Olumlu şartları, ergin olmak (reşit olmak) ve ayırt etme gücüne sahip olmak (temyiz kudretine sahip olmak)tır. Olumsuz şartı kısıtlı olmamak (hacir altında bulunmamak) tır. Bu kelimeleri kullanmamızın nedeni Eski Medeni Kanunda bu kavramlara yer verilmesidir.
1. Erginlik
Erginlik, belirli bir yaşa gelme ya da kanunen o yaşa gelmeyi ifade etmektedir. Medeni Kanunun 11. ve 12. maddelerinde 3 tür erginlik öngörülmüştür. Bunlar: yasal erginlik, evlenmeyle kazanılan erginlik ve ergin kılınmalıdır.
a. Yasal Erginlik:
Yasal erginliğin nasıl kazanılacağı Medeni Kanunun 11. maddesinin 1. fıkrasında belirtilmiştir. Buna göre erginlik, 18 yaşın doldurulmasıyla başlar. Dolayısıyla 18 yaşını dolduran yani 19undan gün alan yasal olarak ergin sayılır. Böylece ergin olan kişi velayetten ve vesayetten kurtulur.
b. Evlenmeyle Kazanılan Erginlik:
Medeni Kanunun 11. maddesinin 2. fıkrasına göre evlenme kişiyi reşit kılmaktadır. Evlenmeyle getirilen erginliğin esas sebebi evlenen kişiyi velayetten ve vesayetten kurtarmaktır. Medeni Kanunun 124. maddesine göre erkek ve kadın 17 yaşını doldurduğunda evlenebilirler. Evlenen bir kişinin velayet altında bulunmasının devam etmesi düşünülemez. Bu sebeple kanun koyucu, evlenen kişiyi ergin kılmıştır. Medeni Kanunun 124. maddesinin 2.fıkrasına göre olağanüstü hallerde ve pek önemli sebeplerin varlığı halinde erkek ve kadının 16 yaşını doldurmuş olmaları kaydıyla evlenmelerine hakim izin verebilir.
Kadının hamile olması durumunda hakim izin verir.
İşte bu yaş şartlarının yerine getirilmesi durumunda evlenen kişi ergin olur. Erginliğin evlenmeyle kazanılabilmesi için evlenme işleminin tamamlanmış olması yeterli olup başka da bir işleme gerek yoktur. Evlenmeyle kazanılan erginlikte evliliğin geçerli olması şart değildir. Evlenme nispi ya da mutlak butlanla yasak olsa bile erginlik yine kazanılmış olur. Evlenmenin, boşanma, ölüm, gaiplik gibi sebeplerle sona ermesi halinde erginlik sona ermez. Ancak doktrindeki baskın görüşe göre evliliğin mutlak butlanla sona ermesi durumunda erginliğini evlenmeyle kazanan eşin erginliğinin devam etmesi için iyiniyetli olması gerekiyor.
Mutlak butlana sebep olan hükümlerden birisi 2. evliliktir. Mutlak butlanla evliliğin iptalinde 2. eş, evlendiği kişinin evli olduğunu bilmiyorsa yani iyiniyetliyse mutlak butlana rağmen reşit sayılır.
c. Mahkeme Kararıyla Ergin Olma:
Biz buna eskiden “kazai rüşt” diyorduk. Medeni Kanunun 12. maddesine göre 15 yaşını dolduran küçük kendi isteği ve velisinin rızasıyla mahkemece ergen kılınabilir. Bu hükümden de anlaşılacağı üzere bir kişinin mahkeme kararı ile ergin kılınabilmesi için 3 şarta ihtiyaç vardır. Bunlar: Küçüğün 15 yaşını doldurmuş olması, küçüğün isteği, yasal temsilcinin rızası. Bu 3 şartın bulunması durumunda hakim, küçüğün erginliğine karar verebilir.
15 yaşının doldurulmuş olması mahkemeye başvuru anında değil, kararın verilmesi anında aranır. Dolayısıyla 15 yaşını henüz doldurmamış olan küçük, ergin kılınması için mahkemeye başvurabilir. Ancak hakim bu kararı verebilmesi için küçüğün 15 yaşını doldurmasını bekler.
Ergin kılınma talebi şahsa sıkı sıkıya bağlı olduğundan bizzat küçük tarafından yapılmalıdır. Küçüğün bu yöndeki irade açıklaması çeşitli şekillerde yapılabilir. Kendisi bizzat hakime başvurarak böyle bir istemde bulunabilirken, yasal temsilcisinin vermiş olduğu dilekçeyi de imzalayabilir ya da herhangi bir yazılı istemde bulunmadan hakimin önünde sözlü olarak bu isteğini belirtebilir.
Hakimin erginliğe karar verebilmesi için yasal temsilcisinin izni gerekmektedir. Velayet hakkı anne ve babaya ait ise, ikisinin izni de gerekmektedir. Birisine ait ise birinin izni yetmektedir. Ancak kanuni temsilciler haklı bir sebep olmaksızın rıza göstermezler ise, velinin bu durumu velayetten çıkarılmasına sebebiyet verebilir. Her ne kadar Medeni Kanunun 12. maddesinde belirtilmemiş olsa da hakimin erginliğe karar verebilmesi için küçüğün çıkarını göz etmesi gerekir.
Anne ve babası ölmüş 15 yaşını doldurmuş olan bir küçüğün anne ve babasından kalan ticari işletmeyi işletmek için hakimden erginliğine karar vermesini isteyebilir.
Medeni Kanunun 470. maddesinin 2. fıkrasına göre mahkemenin erginliğe karar vermesi durumunda bu durumu yani küçüğün hangi tarihte ergin olacağını ilan etmesi gerekir. Ancak bu ilan erginlik için şart olmayıp 3. kişilere yönelik bir ilandır. İlan yapılmamış olsa bile mahkeme kararının kesinleşmesiyle küçük, ergin olur. Küçük ergin olmakla birlikte kanunun diğer hükümlerinde 15 yaşından daha büyük olmayı gerektiren işlemleri yapamaz.
Evlenemez. Zira evlilik için en az 17 yaşını doldurmuş olmak veya olağanüstü durumlarda 16 yaşını doldurmuş olması gerekmektedir. Buna karşılık bir satım sözleşmesi yapabilir. Çünkü satım sözleşmesini yapabilmesi içim kişinin fiil ehliyetine sahip olması gerekir.
2. Ayırt Etme Gücüne Sahip Olmak
Kişinin makul suretle hareket edebilme, fiillerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, kavrayabilme kabiliyetine ayırt etme gücü denir. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere kişinin ayırt etme gücüne sahip olabilmesi için her şeyden önce fiillerinin sebep ve sonuçlarını idrak edebilme, anlayabilme, değerlendirme yeteneğine sahip olmasıdır.
Kişinin ayırt etme gücüne sahip olabilmesi için fiilinin tüm hüküm ve sonuçlarını anlamış olması gerekli değildir. Ayırt etme gücünden bahsedebilmek için kişinin kendi iradesiyle yani yapacağı fiile ilişkin iradesini oluştururken dış etkenlere karşı koyabilecek nitelikte olması gerekir. Kişinin bu gücü yoksa ayırt etme gücünden bahsedilemez.
a. Ayırt Etme Gücünü Ortadan Kaldıran Haller
Medeni Kanunun 13. maddesinde ayırt etme gücü olumsuz bir şekilde sayılmıştır. Bu hükümde bazı haller sayılmış ve bu hallerin varlığı halinde ayırt etme gücünün olmadığı belirtilmiştir. Bu hükme göre yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebepler ayırt etme gününü ortadan kaldırmaktadır.
Yaş küçüklüğü kişinin makul surette hareket edebilme yeteneğini ortadan kaldırdığı ölçüde ayırt etme gücünü de ortadan kaldırır. Medeni Kanunda ayırt etme gücünü ortadan kaldıran yaşla ilgili bir rakam verilmemiştir. Her somut olaya göre bunu değerlendirmek gerekir.
6 yaşındaki bir ilkokul öğrencisinin çikolata alma konusunda ayırt etme gücü varken bir ev satın alma konusunda ayırt etme gücü yoktur.
Akıl zayıflığı halinde de kişi makul surette hareket edememektedir. Buradaki akıl zayıflığı kişinin ayırt etme gücünü etkileyecek derecede olması gerekir.
Akıl hastalığı da ayırt etme gücünü ortadan kaldıran sebeplerden biri olarak sayılmıştır. Her akıl hastalığı ayırt etme gücünü ortadan kaldıramaz. Makul suretle hareket edebilme yeteneğini ortadan kaldıran akıl hastalığı, ayırt etme gücünü de ortadan kaldırır. Medeni Kanunun 13. maddesinde sarhoşluk da ayırt etme gücünü ortadan kaldıran sebeplerden sayılmıştır. Zira sarhoşluk, kişinin makul surette hareket edebilme yeteneğini ortadan kaldırır. Medeni Kanunda sayılan ayırt etme gücünü ortadan kaldıran sebepler sınırlı değildir. Zira diğer sebepler demek suretiyle yukarıda sayılan sebeplere benzer sebepler de ayırt etme gücünü ortadan kaldırabilir.
Uyuşturucu madde kullanımı, uyurgezerlik, aşırı hiddetli davranış ayırt etme gücünü ortadan kaldırır.
Ayırt etme gücünün varlığı ve yokluğu mutlak olmayıp her somut olaya göre değerlendirilmesi gerekir. Dolayısıyla bir olay bakımından kişi ayırt etme gücüne sahip olurken başka bir olayda ayırt etme gücüne sahip olmayabilir. Ayırt etme gücünün varlığı konusunda kanuni bir karine vardır. Yani bir olayda kişi ayırt etme gücünü ispatlamak zorunda değildir. Olmadığını iddia eden bunu ispatlamak zorundadır.
3. Kısıtlı Olmamak
Medeni Kanunun 14. maddesine göre kısıtlıların fiil ehliyeti yoktur. Kısıtlanan kimse, Medeni Kanunun 419. maddesi uyarınca vesayet altına konulur ve kendisine bir vasi atanır. Kısıtlanan kişi ergin çocuk ise kural olarak vesayet altına değil, velayet altına konulur.
Kısıtlama sebepleri Medeni Kanunun 405 ve 408. maddeleri arasında sınırlı olarak sayılmıştır. Medeni Kanunun 405. maddesine göre akıl hastalığı ve akıl zayıflığı kısıtlama sebebidir. Akıl hastalığı veya akıl zayıflığı sebebiyle bir kimsenin kısıtlanabilmesi için Medeni Kanunun 409. maddesinin 2. fıkrasına göre resmi sağlık kurulu raporuna ihtiyaç vardır. Bu sebeplere dayanılarak kısıtlamanın gerçekleşebilmesi için akıl hastalığı ve akıl zayıflığının sürekli olması gerekmektedir. Kişi akıl hastası olmasına rağmen kendi işlerini kendisi görebiliyor, kendisinin veya başkasının güvenliğini tehlikeye sokmuyorsa sırf akıl hastası olması nedeniyle kişinin kısıtlanması mümkün değildir.
Medeni Kanunun 406. maddesinde ise savurganlık, alkol ya da uyuşturucu madde bağımlılığı, kötü yaşama tarzı ve kötü yönetimde kısıtlama sebebi olarak sayılmıştır.
Medeni Kanunun 407. maddesinde bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkum olan ergenler kısıtlanır.
Son olarak Medeni Kanunun 408. maddesine göre birinin yaşlılığı, sakatlığı, deneyimsizliği veya ağır hastalığı sebebiyle işlerini gerektiği gibi yönetememesi halinde ve bunları ispat etmesi kaydıyla kişinin kendi isteği üzerine kısıtlanması mümkündür. Kişinin kendi isteğiyle kısıtlanabilmesi için ayırt etme gücüne sahip olması gerekir.
Kısıtlama sebepleri kanunda sayılan hallerle sınırlıdır, genişletilemez.
B. FİİL EHLİYETİ YÖNÜNDEN KİŞİLERİN AYRIMI
Fiil ehliyetinin şartlarının tümünün veya bir kısmının varlığı veya yokluğuna göre kişilerin fiil ehliyetini dörde ayırmak mümkündür. Bunlar sırasıyla tam ehliyetliler, sınırlı ehliyetliler, tam ehliyetsizler ve sınırlı ehliyetsizlerdir.
1. Tam Ehliyetliler
Tam Ehliyetliler, fiil ehliyetinin varlığı için gerekli olan şartların tümüne haris kişilerdir. Yani bu kişiler ayırt etme gücüne sahip ve ergin kişiler olup, kısıtlı da değildirler. Bu kişilerin hukuki işlem ehliyeti tam olduğu gibi haksız fiil ehliyetleri de tamdır.
2. Sınırlı Ehliyetliler
Sınırlı ehliyetliler kendilerine Medeni Kanunun 429. maddesi gereğince yasal danışman atanmış olan kimselerdir. Kendilerine yasal danışman atanmış olan kimselerin fiil ehliyetlerinin sınırlanıp sınırlandırılmadığı konusu doktrinde tartışmalıdır. Bu kimseler esasen kısıtlanmaları için yeterli sebep olmayan ancak kanunda sayılan bazı işlemleri yapabilmeleri için kendilerine yasal danışman atanmış kimselerdir. Bu işlemlerin neler olduğu Medeni Kanunun 429. maddesinin 1. fıkrasında sayılmıştır. Bunlar: dava açma ve sulh olma, taşınmazların alımı- satımı- rehin edilmesi ve bunlar üzerine başka bir ayni hak kurulması, kıymetli evrakın alımı-satımı-rehin edilmesi, yönetim sınırları dışında kalan yapı işlemi, ödünç verme- alma, anaparayı alma, bağışlama, kambiyo taahhüdü altına girme ve kefil olmadır.
Kendilerine yasal danışman atananlar, yukarıda sayılan işlemleri tek başına yapamazlar. Bu işlemleri yaparken yasal danışmanlarının iznini almak zorundadırlar. İznin olmaması durumunda bu işlemler geçersizdir. En azından izin alınıncaya kadar askıda geçersizlik söz konusu olur.
Bazı durumlarda kişilere yönetim danışmanı atanabilir (MK 429/2) . Bu gibi durumlarda kişi sahip olduğu malları tek başına yönetemez. Mallar, kendisine yönetim danışmanı atanan kişi adına danışman tarafından yönetilir.
Sınırlı ehliyetlilerin işlem ehliyetleri ve haksız fiil ehliyetleri tamdır. Sadece yukarıda sayılan işlemler bakımından yasal temsilcilerinin iznini alma şartı getirilmiştir.
3. Tam Ehliyetsizler
Ayırt etme gücüne sahip olmayan kişiler, tam ehliyetsizdirler. Medeni Kanunun 15. maddesine göre istisnai durumlar hariç ayırt etme gücüne sahip olmayanların faaliyetleri herhangi bir hükümle sonuç doğurmaz. Bu kişilerin işlem ehliyeti olmadığı gibi kural olarak haksız fiillerden de sorumlulukları söz konusu değildir.
a. Tam Ehliyetsizlerin Hukuki İşlem Ehliyeti:
Medeni Kanunun 15. maddesinde belirtildiği üzere tam ehliyetsizlerin fiilleri hukuki sonuç doğurmaz. Dolayısıyla tam ehliyetsizler, borçlandırıcı işlem yapamadıkları gibi tasarruf işlemi de yapamazlar. Kısaca hukuki sonuç doğurmaya yönelik herhangi bir hukuk işlem yapamazlar. Ayırt etme gücünü sürekli veya geçici, kusurlu veya kusursuz kaybedilmiş olmasının önemi yoktur.
Tam ehliyetsizler hukuki işlemleri yapamadıkları gibi yapılmış olan bu hukuki işleme yasal temsilcilerinin izin vermeleri suretiyle geçerlilik kazandırmak mümkün değildir. Ayırt etme gücünün olmaması bir itiraz sebebidir. Dolayısıyla hakim, ayırt etme gücüne sahip olunup olunmadığını re’sen göz önünde bulundurur. Ayırt etme gücüne sahip olunup olunmadığını teknik bir incelemeyi gerektirdiğinde hakim, bilirkişiye başvurabilir.
Tam ehliyetsiz ile işlem yapan kişinin iyiniyetli olması, yani kişinin ayırt etme gücüne sahip olmadığını bilmemesi, bilebilecek durumda olmaması hukuki işlem geçersizliğini etkilemez. Dolayısıyla kişinin iyiniyeti korunmaz. Kanun koyucu burada ayırt etme gücü olmayan kişinin menfaatlerini, üçüncü kişinin ve kamu düzeninin menfaatinden üstün tutmuştur.
Tam ehliyetsiz olan bir kişiden mal alan birisinin bu malı iyiniyetli 3. bir kişiye devretmesi durumunda malın taşınır bir mal veya taşınmaz bir mal olmasına göre ayrım yapmak gerekir. Malın taşınır bir mal olması durumunda 3. kişinin iyiniyetli olmasına rağmen malın mülkiyeti o anda kazanması mümkün değildir. Zira ayırt etme gücüne sahip olmayan kişinin iradesi olmadığından mal irade dışında elden çıkmıştır. İyiniyetli 3. kişi ancak 5 yılın geçmesiyle birlikte zaman aşımıyla taşınır malın mülkiyetini kazanır. Taşınmazlar açısından ise Medeni Kanunun 1023. maddesi uygulanır. Buna göre iyiniyetli 3. kişi taşınmaz mal üzerinde ayni hak iktisap edebilir.
Tam ehliyetsizin hukuki işlemlerini onun adına yasal temsilcisi yapar.
b. Hukuki İşlem Ehliyetsizliğinin İstisnaları
Medeni Kanunun 15. maddesine göre ayırt etme gücüne sahip olmayanların kural olarak hukuki işlem ehliyetleri yoktur. Hukuki sonuç doğuracak herhangi bir irade beyanında bulunmaları mümkün değildir. Ancak hukuki sonucun doğması için irade beyanına ihtiyaç yoksa yani maddi bir fiile de hukuki sonuç bağlanmış ise, ayırt etme gücüne sahip olmayan kişilerin bu maddi fiili hukuki sonuç doğurur.
Maddi fiile örnek olarak karışma ve birleşmeyi örnek verebiliriz. İki tane komşu yan yana harmanlarını serdi. Fırtınayla birinin buğdayları diğerinkine karıştır. Karışma yoluyla kişi malik olur. Sebepsiz zenginleşme hükümleri ile buğday ya da para bedel olarak alınabilir.
Diğer bir istisna dürüstlük kuralından doğan istisnalardır. Bazı durumlarda yapılan hukuki işlemin geçersiz olduğunun ileri sürülmesi hakkın kötüye kullanılması dolayısıyla dürüstlük kurallarına aykırılık teşkil edebilir. Hakkın kötüye kullanılmasına ilişkin davranış hukuki işlemin karşı tarafından kaynaklanabileceği gibi bizzat ayırt etme gücüne sahip olmayan kişinin veya onun kanuni temsilcisinin davranışından da kaynaklanabilir.
Ayırt etme gücüne sahip olmayan bir kimsenin milli piyango bileti alması ve o bilete büyük ikramiye isabet etmesi durumunda bilet satım işleminin geçersiz olduğunun ileri sürülmesi, hakkın kötüye kullanılmasıdır. Zira ayırt etme gücüne sahip olmayan kişilerin işlemlerinin hukuki sonuç doğurmasına ilişkin hüküm onları korumaya yöneliktir. Onların aleyhine bu hükmün kullanılması hakkın kötüye kullanılmasıdır.
Ayırt etme gücüne sahip olmayan kişi, ayırt etme gücüne sahip olsaydı bile aynı şekilde davranacak idiyse sırf ayır etme gücüne sahip olmadığını gerekçe göstererek hukuki işlemin geçersizliğini ileri sürmesi hakkın kötüye kullanılmasını teşkil eder.
c. Tam Ehliyetsizlerin Evlenmesi
Medeni Kanunun 125. maddesine göre ayırt etme gücüne sahip olmayanlar evlenemezler. Eşlerden biri her nasılsa evlenme sırasında sürekli olarak ayırt etme gücüne sahip olmamalarına rağmen evlenmişler ise bu evlilik Medeni Kanunun 145. maddesine göre mutlak butlanla batıl olur. Ancak bu evlilik hakim kararıyla sona erdirilene kadar Medeni Kanunun 156. maddesi uyarınca geçerli bir evliliğin hüküm ve sonuçlarını doğurur.
Buna karşılık, eşlerden biri geçici olarak ayırt etme gücünden yoksun ise, evliliğin iptalini isteyebilir. Ancak evliliğin iptali sadece, Medeni Kanunun 152. maddesinde öngörülen süreler içerisinde eşler ya da yasal temsilcileri tarafından ileri sürülebilir. Bu süre içerisinde iptal davası açılmazsa evlenme geçerli hale gelir.